Yaşamımız boyunca doğum haritalarımızı taşırız, fakat kendi içimizde bir merkez geliştirdikçe, içsel rehberliğimize güvenmeyi öğrendikçe, evrensel enerjilere karşı daha uyumlu hissettikçe gezegensel pozisyonların gösterdiği gerilimlerin daha az etkisinde kalırız.
Belki, bir natal Uranüs-Venüs karşıtlığında, bir sevgiliye bağlanmada dirençli olabiliriz ve böylece, ilişki taahhüdüne girmekten korkan, bize aradığımız özgürlüğü, bizimle tamamen beraber olmayarak veya kısa zamanda bizi terk ederek, veren insanlarla, beraber oluruz. Hayatımız boyunca, bağlandığımız ilişkilerde sınırlamalara karşı koyabiliriz, fakat bu sınırlamalara olan korkumuz bizi anlamlı ilişkiler kurmaktan alıkoymamalıdır.
Zamanla, bizim için önemli olan özgürlük tarzının daha fazla farkına varabiliriz. Bir ilişkide neye müsamaha edebileceğimiz ve edemeyebileceğimizi tanımlayabilir, ihtiyaçlarımızı başkalarına daha iyi ifade edebilir ve bu ihtiyaçları karşılayabilecek ilişkiler kurabiliriz. Varoluşumuzun merkezindeki ışığından çekilerek, kendimizi deneyimlemeye başlayabiliriz, böylece başkalarının olduğu kadar kendimizin de bir aydınlanma kaynağı oluruz. Bu süreçte, geçmişte önemli saydığımız ihtiyaçlarımızın daha az etkisinde kalarak, kim olduğumuzu, kimliğimizi bulmayı deneyimleyebiliriz. Uranüs-Venüs karşıtlığımız, bazen bir çelişki odağı olarak kalabilir, özgürleşmeye, yeni ilişkiler keşfetmeye ve kendimize ait olduğunu düşündüğümüz daha fazla alana sahip olmaya yönelik özlemler ortaya çıkabilir, ama bu gerilimler artık bilincimize hakim olamaz.
Bir kukla tiyatrosu benzetmesi doğum haritamızı tanımlarken faydalıdır. Farkındalığımız artırdıkça, haritalarımızın üzerine çıkma yeteneğimiz arttıkça ve alt doğamız tarafından yönlendirilmek yerine, enerjimizi kendimiz yönlendirdikçe; gezegenler ve açılarının ifadeleriyle daha aşina oldukça; ve bütün çelişen ihtiyaçlarımızı içine alan bir hayat stili geliştirdikçe, kendi kozmik piyesimizdeki kuklalar yerine kuklacı oluruz. Artık iplerimize bağlı değil, sahnenin üzerinde olur ve gösteriyi yönetiriz.
Bu noktada, amacımızın gerçekten gezegenlerimiz üzerindeki kontrolü ele almak ve kuklacı veya gezegensel senfonimizin orkestra şefi olmak mı olduğunu sorabiliriz. Ya da amacımız kendimizi Tanrıya, evrensel birliğe, Tanrısal plana veya evrende en üst güçleri nasıl tanımlıyorsak, ona teslim etmek mi, diye sorabiliriz. Bu iki yaklaşım, yönetmek ve teslim olmak, başta çelişkili görünebilir. Ancak, bu tanrısal gücün evrenin merkezinde işlediğini ve bize tüm bölen benleri birleştiren bir merkezî Özben geliştirmemizde yardım ettiğini anladığımız zaman, çelişkiler de çözülür.
Eğer kozmik piyesimizin yönetmeni olursak, görevimiz Özbenin egomuzu, düşük ihtiyaç ve arzularımızı, ve bir-iki gezegenimizi yönetmek yerine gezegenleri aşan ve gezegensel benlerimiz ötesine ulaşan bir bilinç merkezini yönettiğinden emin olmaktır. Gelişmek ve daha yüksek bilinç merkezine ulaşmak, adapte olmak, elbette bir yaşam boyu (belki de birçok yaşam boyu) devam eden bir süreçtir.
Bilinçli veya bilinçsiz olarak, haritamızdaki en düşük boyutları aşmaya ve en üst potansiyele ulaşmaya başladığımız bazı yolları düşünelim. Önce, transit ve progresyonlar kendi gelişimimiz için haritalarımızda yeni enerji kanallarını uyandıran ve bize düşünme, davranma ve hissetmenin alternatif yollarını tanıştıran yeni fırsatlar verirler. İçsel gezegenler bir yıl boyunca natal gezegenlere mümkün olan bütün açıları yaparlar. Her 27-30 yıl boyunca progres Ayımız bütün burçlarda dolaşır ve gezegenlerin her biriyle duygusal açılarını yapar. Satürn de her 29 yılda bir döngüsünü tamamlar ve kesin bir şekilde tek tek bütün gezegenlerimize uğrayarak, bizi bunların o zamanki boyutlarının ifadesini tamamlamaya zorlar ve böylece gelecek boyutu deneyimlemeye hazır oluruz. Satürn-ötesi gezegenler, bir yaşam boyunca bütün gezegenlere açı yaparlar. Gerçi, haritamızın bir çeyreği veya biraz fazlasını gezdikleri için tüm açı serilerini tamamlayamazlar, ama her bir gezegensel özelliğimize, üç farklı dönüşümü gösterirler: Uranüsün sarsıcı fakat özgürleştirici ayaklanması, Neptünün çözücü fakat sisleri aşkınlığı, Plutonun yıkıcı fakat yenileyici gücü.
Yıllık Güneş (solar) haritalarımız da, doğum haritalarımızda çelişen gezegenler, burçlar ve evler, potansiyelimizdeki yıllık ihtimalleri açığa çıkardığından, birer rehberdirler. Natalde kare veya karşıt yapan gezegenlerimiz, yıllık solar haritalarımızda, kavuşum, üçgen veya altmışlık açı yaptıklarında, bu etkileşimdeki enerjilerin alternatif ifadelerini kolayca keşfedebileceğimiz zamanlar olur. Mesela, transit Satürn natal Aya üçgen yaptığında veya solar Satürn solar Aya veya natal Aya üçgen yaptığında, bu enerjileri avantajlı bir şekilde nasıl birleştirebileceğimizi öğreniriz. Önemli bir iş veya kişiye nasıl bağlanabileceğimizi, duygularımızı bastırmak yerine dengelemeyi, hayatımızın bir çok anında olgun ve sorumlu davranmanın getirdiği memnuniyet ve tatmini bulabiliriz. Eğer bu iki gezegeni nasıl kaynaştırdığımızın bilincinde olursak, gelecek sefere öğrendiğimiz dersleri, natalde Satürn-Ay kare veya karşıtlığındaki gerilimli durumlarda uygulayabiliriz.
İkincisi, ilişkilerimiz bize olgunlaşma fırsatlarını sağlar. Diğer insanlarla yakın olduğumuzda, cinsel birlikteliklerde, veya aynı yaşamı, evi paylaştığımızda, ya da bir şekilde güçlü ilişkilerde bulunduğumuzda bir enerji alışverişi oluşur. Biz onları etkileriz, onlar da bizi etkilerler. Onların varlığı kendimizi de şaşırtabilecek davranışlarda bulunmamıza neden olur, çünkü onlar içimizdeki gizli kalmış potansiyelleri harekete geçirmekte veya yeni ifade kanalları açmaktadırlar.
Harita karşılaştırmalarında (sinastri), kolay etkilenir özelliğe sahip Venüs’ümüz karşımızdaki kişinin Neptün’üyle karşıt olduğunda aşırı duyarlı ve kendini aldatmaya eğilimli olduğumuzu, veya Jüpiter karesinin olumsuz boyutlarında, aşkta talepkarlık ve rahatsızlıklar olduğunu keşfederiz, ama üçgen veya altmışlık açılı kimselere farklı cevap veririz. Marsı Venüsümüzle altmışlık yapan veya Satürnü Venüsümüze üçgen yapan biriyle, veya Marsa ait cinsellik ve canlılığı, gerçekçi olmayan fantezi veya beklentiler içine yöneltmeden, bizi hareketlendiren biriyle veya Satürnü içimizde sağlıklı olgun bir aşk, sadakat duyguları ve sağlam devamlı bağlar kurma kapasitesini uyandıran biriyle tatminkar bir evlilik de kurabiliriz.
Öte yandan, dili iyi kullanan ve rasyonel Başak’taki Merkür’ümüz, Balık’ta Merkür’ü olan partnerimizle düşünceleri organize etmek ve iletmekte zorluk yaşar. Bu durumda, daha açık ve iyi iletişim kurma çabamız sayesinde sevdiğimizle sadece derin bir anlayış geliştirmekle kalmaz, aynı zamanda daha sezgisel, hayal gücüne sahip ve bütüncül düşünme sürecini ve daha duygusal konuşma kapasitesini geliştiririz ve gizli kalmış yaratıcılık ve ruhsallığımızı yüzeye çıkartırız.
Hayatımızdaki önemli insanlar, haritalarımızın farklı yönlerini harekete geçirmenin yanısıra haritamızda tek başına bulunmayan özelliklerin de gelişmesini sağlarlar. Biz elbette, etkili gezegenlerimizin onlarla olan üçgen veya altmışlıklarına dayanarak, çelişkileri kolaylaştırmasını bekleyebiliriz. Sonra bu insanlar hayatımızdan çıktıkları zaman, aniden o çelişkilerle yüz yüze geliriz ve bunları çözemediğimiz için rahatsız oluruz. Fakat onların üzerimizdeki etkilerinden bir şey öğrenmemiz de mümkündür. Onların hayatımızdaki varlığı süresince, etkilenmiş gezegenlerimizi nasıl ifade ettiğimizin farkına varırız. Böylece, hayatımızdan kayboldukları anda, öğrendiklerimizi uygulayabilir ve bilinçlice gezegenlerimizi faydalı şekilde ifade etmeye devam edebiliriz. Bu kolay değildir, ama yaşadığımız tecrübelerden anlam çıkartabilirsek bunu yapabiliriz.
İçsel Derinliğe Giden Bir Yol Olarak Astroloji
Tüm gezegensel kimliklerimizin kabulü üzerindeki vurguyla bağlantılı olarak, derin astrolojiye bir önemli yaklaşım şudur ki, astroloji sadece entelektüel bir eksersiz olarak kabul etmenin ötesinde, doğum haritalarımızdaki duygusal yaratıcı ve spiritüel tarafları yaşamamıza izin vermektir. Biz ana bilgimizi kenara koyup, gerçekten duygularımızı, korkuyu, ve Satürnümüzün yalnızlığını deneyimlemedikçe, ve sonra Ayımızın açlığını, güvencesizliği, kaosu ve belki hatta dış gezegen transitleri altında içimizde patlak veren terörü deneyimlemedikçe, içimizdeki olası dönüşümün gerçekleşmesi zordur. Uranüsün aşırı gerilimi, sinirliliği ve rahatsızlığını, Neptünün şaşkınlığı ve duyarlılığını ve Plutonun güçlü duygusal ve cinsel enerjisinin serbest bırakılışını deneyimleyebiliriz.
Kontrolden çıkması korkusu ile kendi duygularımızın merhametine sığınmış olduğumuz bir anda karşımıza çıkan, bizi bilinmeyen bir karanlığa sürüklemekle tehdit eden uçurumdaki bir akım; bazı yeni şeylerin başımıza gelmesiyle, içimizde olanları tamamen hissetmemize izin vermeden, bir anda fikirlerimizin değişmesine ve tecrübelerimizi astrolojik olarak yorumlamaya çalışmamıza yol açabilir. Bir defa tam olarak deneyimlendiğinde, Satürnün mahrumiyeti, kuvvetlenen bir yalnızlık ve tatminkar bir üretkenliğe götürebilir. Neptünün uykulu sisleri bizim yaratıcı ilhamımızı uyandırabilir. Fakat biz, bu tecrübelerimizin derinlerine seyahat etmemize izin vermedikçe, aydınlanmamız uzun süre alır, muhtemelen dış yüzeyde kalır ve aşırı rahatsız edici duygularımızın içine girmekten korkarız ve böylece yeni ve canlandırıcı bilinç hallerini ve hareketleri keşfedemeyiz.
Genellikle bir deneyimde duygu iyiyse bunun olumlu, duygu kötüyse bunun olumsuz olduğuna karar veririz. Fakat hayatlarımıza, her dönemin anlam dolu olması ve kişisel gelişim ve ulaşmayı istediğimiz hedefler açısından, uzun vadeli bir perspektiften bakabiliriz. Sonra keşfederiz ki, iyi hissettiğimiz ve olumlu olarak değerlendirdiğimiz bazı deneyimler gerçekten yıkıcıdır ve yine kötü hissedilen ve olumsuz veya yıkıcı olarak gördüğümüz bazı deneyimler de gerçekten yapıcıdır. Ev kiramızı ödeyemezken ve 10 kilo fazlamız varken, bir Fransız restoranında altı çeşitli bir akşam yemeği keyifli olabilir, ama zarar vericidir. Güvencesizliğiyle, eğitim yolunda ilerlememize engel olan bir sevgili tarafından terk edildiğimizde mahvolduğumuzu hissedebiliriz. Fakat bu, bizi gerçekten ne istediğimizi bulmaya ve ardından özgürleşemeye sevk edebilir.
Genellikle transitlerle mücadele eder ve bize getirecekleri değişikliklere direniriz, çünkü acı, endişe, kayıp veya korku gibi duygular zamanla bize zararlı olan insanları, hayat tarzlarını, sahiplenmeleri, ve mahalleri arkada bırakıp gitmemizi sağlamasına rağmen bunları deneyimlemekten korkarız.
Her gezegenimizi yapıcı bir şeklide ifade edebileceğimiz bir hayat tarzı geliştirmek için, her zaman iyi hissetmeyi aramamalıyız. Daha ziyade, anlık keyifleri tatmayı bir yana bırakarak, rahatsız duyguları ve acı, yalnızlık, takıntı, asabilik gibi zihin hallerini deneyimleme ve değerlendirmede daha kabiliyetli olmalıyız.
Böylece, tecrübelerimizi hoş ve nahoş duygular seviyesinde değil, nihai kazançlar bazında, kişisel ve ruhsal ilerlememiz ve topluma katkımız derecesinde değerlendirmeye başlamalıyız. Bir yol, mümkün olan uzun vade etkileri üzerinde durmaktır. Bir diğer yol ise inancımızı derinleştirebilmek için elimizden geleni yapmaktır, böylece zamanın yapıcı belirtileri açığa çıkaracağına güveniriz. Bilinçaltının ve evrenin bilgeliğine de güveni geliştirebiliriz. Böylece ruhumuzun evrimine yardım edecek tecrübelerin -anlamları uzun yıllar ortaya çıkmasa bile- tarafımıza sağlandığını biliriz.